top of page
  • Yazarın fotoÄŸrafıEnes

Yoksulluk ve Küreselleşme

Güncelleme tarihi: 19 Kas 2023

Yoksulluk, tarih boyunca her zaman belli açılardan kendisini göstermiş bir kavramdır. Konunun bir disiplin olarak sistematik bir şekilde ele alınması henüz kitlesel yoksulluğun çıkmadığı 17. Yüzyılın başlarına kadar götürülebilir. Bu dönemde liberal kuramcılar, bir yandan özel mülkiyeti savunurken diğer yanda yoksullara yardımın gerekli olduğunu böylece kişisel refahın yanında sosyal refahında tesis edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Adam Smith ve Marx gibi ünlü düşünürler sanayileşmenin yaygınlaştığı ve bir sistem olarak kapitalizmin kök saldığı 18-19. yüzyıllarda yoksulluk ve bölüşüm problemlerini yakından incelemişlerdi. Kapitalist sistem İngiltere’nin dışında yayılım gösterip yerleştiğinden beri kitlesel yoksulluk nispeten önemli bir gündem maddesi haline gelmiştir. 1920’lerde yaşanan Büyük Buhran dolayısıyla kitlesel bir yoksulluk meydana gelmiş ve sanayileşmiş ülkelerde yoksulluk daha ciddi bir mesele haline gelmiştir. Bu buhrandan başta ABD olmak üzere birçok ülke, devlet sayesinde kurtulduğu için savaş sonrası dönemde devlet gözetimli refah sistemi modelleri için zemin hazırlanmış oldu.


Yoksulluk 2. Dünya Savaşı’na kadar sanayileşmiş ülkelerin eşitsizlik problemi olarak gündem olmuştur. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ise yeni ülkelerin kurulması, bağımsızlık kazanan ülkelerin olması, savaştan ağır hasarla çıkmış ülkelerin olması yoksulluğun az gelişmişlik ile paralel olduğuna dair bir kanıyı ön plana çıkarmıştır. Yoksulluğun az gelişmiş ülkelerle alakadar olduğuna dair tespiti destekleyen örneklerden birisi o dönemlerde ortaya çıkan Gelişme İktisadı düşüncesiydi. Bu düşünceye göre az gelişmiş ülkeler bir bütün olarak geliştiği zaman (uzun vadede) yoksulluk da dolaylı olarak ortadan kalkacaktı. Yoksulluğun, az gelişmişlik ile bağlantılı olduğunu bize gösteren ikinci etmen ise 1944 yılında Bretton Woods’ta IMF ile birlikte kurulan Dünya Bankası’dır. Bu kuruluşlar, küresel bağlamda etkili olmuş ve az gelişmiş ülkelerin ‘’aba altından sopa gösteren’’ akıl hocaları olmuştur.


Yoksulluğun küresel bağlamda etkisinde Dünya Bankası ve diğer Bretton Woods Kuruluşları’nın rolü genellikle yürütülen politikaların dönemler arası tutarsızlığı, neo-liberal politikaların aşılanması ve politikaların yoksul ülkelerden ziyade sanayileşmiş batılı ülkelerin çıkarlarına hizmet etmesi şeklinde olmuştur. Dönemsel olarak 70’li 80’li ve 90’lı yıllarda Dünya Bankası’nın politikaları birbirinden farklı olmuştur. Ayrıca bu politikaların altında yatan temel ideoloji neo-liberal politikalar olmuştur. Yapılan politikalar yoksul ülkelerin yoksulluğunu önlemekten ziyade batılı ülkelere kar sağlamıştır. Üretilen politikalar küresel politika bağlamında bir ‘sus payı’ niteliğinde olmuş ve gerek bu politikalar gerek yardım kuruluşlarının faaliyetlerinin gündem edilmesi ile yoksul ülkelerdeki sömürü düzeni perdelenmeye çalışılmıştır. Yoksulluğun yaygın olduğu devletlerde yöneticilerin yoksulluğu yeterince gündem etmemesi, yoksulluğa karşı sistemli bir mücadelenin olmaması, aşırı derecede olan yoksulluk biçimlerinin (açlık sınırları, temiz su gibi zaruri ihtiyaçlara dahi ulaşamamak gibi) dünya gündemine taşınamaması yoksulluğun derinleşmesinde ve yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Hatta yoksul ülkelerde yardım faaliyetlerinin yürütülmesinin de bu manada olumsuz bir etkisi olduğu iki sebeple söylenebilir. Birincisi, yoksullara yardım edilip kendi kendilerine kalkınmanın öğretilmemesi ‘balık verip balık tutmayı öğretmemek’ olarak özetlenebilir. Başta Afrika olmak üzere birçok yoksul ülkede sivil toplum örgütlerinin vs. yürüttüğü faaliyetler, tabiri caizse, yoksulların karnını doyurmaktan ziyade dudaklarına bal çalmak gibi bir etkiye sebep olmuş ve onların yardıma muhtaçlığını pekiştirip olağan hale getirmiştir. İkincisi, bu yardımlar özellikle yardımları yapan sanayileşmiş ülkelerin medyasında gündem olurken sömürü düzenin gizlenmesine sebep olmuş ve hatta sömürünün meşrulaşmasına (en azından mevzusunun açılmasının ertelenmesine) sebep olmuştur. Bunu şöyle karikatürize edebiliriz: Bir grup bir bahçeyi talan ettikten sonra herkesin görebileceği şekilde tam ortasına bir saksı çiçek koyar ve çiçeğin hemen dibine çiçekten daha çok dikkat çeken ‘’bunu buraya biz koyduk’’ yazılı bir tabela koyar.


Küresel bağlamda yoksulluğun yeterince problem haline getirilmemesinin bir sebebi de mutlak yoksulluk kavramı olabilir. Bu kavrama göre hayati ihtiyaçlarını temin edebilen kişiler yoksul değildir. Ancak bu düşünce birçok problemi beraberinde getirir. İlk olarak yoksulluk coğrafyadan coğrafyaya farklı şekiller alır. Dolayısıyla evrensel olarak mutlak yoksulluğun tanımını yapmak zordur. Her ülkenin kendi iç dinamikleri farklı olabildiği için tek bir yoksulluk çizgisi düşüncesi tartışmalıdır. Bu kavram yoksulluğun içindeki çeşitli kesimlerin resmini doğru yansıtmadan herkesi aynı kefeye koyarak bir çözüm önerisinde bulunuyor. Yoksulların görüşlerine ya ulaşılamıyor ya da ciddiye alınmıyor. Tüm bu sebeplerden dolayı mutlak yoksulluk standardı refah için yeterli değildir.


Yoksulluğun başlıca nedenleri arasında yukarıda sayılanların dışında ortalama gelir düzeyinin eşitsizlik derecesiyle yakın ilişkisi olduğu söylenebilir. Az gelişmiş ülkelerde neo-liberal ekonomi politikalarının kök salmamasına rağmen uygulanmaya ve uygulatılmaya çalışılması yoksulluğun derinleşmesinde bir etken. Az gelişmiş ülkelerde ağır bir nüfus baskısının olması da yoksulluğu belirleyen bir başka sebeptir. Bu fazla nüfusun nitelik problemleri yaşaması da durumu daha ciddi hale getiriyor. Ancak nüfusun hane halkının belini doğrultacağı düşüncesinin yaygın olduğu yerlerde nüfusun tam tersine daha da artması işi içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Bunun yanında bir de sağlık, beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlara ulaşmadaki zorluklar gelince bağımlı nüfus sayısı da artarak hane halkına ayıca yük olarak geri dönüyor. Hane halkının eğitim durumu da yoksulluğun nedenleri arasında sayılıyor. Bütün bunlar bir paradoks olarak önümüze çıkıyor. Örneğin, yoksul bir ailede doğup günübirlik yaşayan birisinin yeterli eğitim alabilecek imkana sahip olamaması sonucu ebeveynlerinin kaderini yaşaması işten bile değil. Bu kısır döngüler ve düğümler yoksulluğun nedenlerinin girift olduğunu bize gösteriyor.


Göç de yoksulluğun belirlenmesinde, çeşitli bölgelere yayılmasında ve derinleşmesinde bir başka sebep oluyor. İşgücü piyasalarının yoksulluğun çözüm yollarıyla entegre olamaması da bir başka sebep olarak görülebilir. Bütün bu bulguların yeterince araştırılmaması, gündem edilmemesi ve yoksulluğun araştırılmasındaki belli başlı zorluklardan dolayı yetersiz kaynaklar ile daha da elde tutulamaz bir problem haline geliyor. Kişilerin ve hane halkının yaşadığı toplumsal, coğrafi ve psikolojik şoklar da yoksulluğu pekiştiren unsurlar. Bu şokları yaşayan bireyler yoksulluk düzeyini aşabilecek güce erişemiyor.

Yoksulluğun bir diğer nedeni de ayrımcılık. Ayrımcılığın ırk-etnisite, cinsiyet, yaş vs. gibi unsurlar ile şekillendiğini görebiliriz. Yerleşim yerleri de yoksulluğu belirleyen ve belki de bir yaşam biçimi haline getiren etmenlerden. Yoksul semtlerde doğan kişilerin yoksulluğun ötesine geçmesi zor oluyor.


Yoksullukla mücadele kapsamında dolaylı ve dolaysız olarak iki yaklaşım karşımıza çıkar. Dolaylı yaklaşım, Gelişme İktisadı tezine benzer şekilde ekonomik gelişmişliğin yoksulluğun çözümü için anahtar olduğu düşüncesinde yatıyor. Buna göre büyüme ile beraber yoksulluğu belirleyen sağlık, eğitim, gelir gibi eşitsizliği belirleyen etmenler onarılmış ve böylece yoksulluğa sebep olabilecek unsurlar azaltılmış olur. Dolaysız yaklaşımlar ise radikal reformlar ile kaynakların köklü biçimde yeniden dağıtılmasını, eşitsizliklerin giderilmesi ve yoksulluğun ortadan kaldırılması için önemli görülmüştür. Az gelişmiş ülkelerde yeniden dağıtım politikalar genellikle toprak reformu, yoksulların krediye erişimlerinin arttırılması, istihdamın arttırılması, toprak verimliliğinin ve desteklerin artırılması gibi çeşitlilikte tezahür etmiştir. Yoksul muhitlerde ortaya çıkan usulsüzlük ve kanunsuzluğun önlenmesi için denetimin sıklandırılması bir başka çözümdür. Yoksullukla mücadele kapsamında eğitimi ön plana çıkaranlar eğitime yapılan yatırımların artırılmasını ve eğitime erişimin sağlanmasında kolaylığın herkes için eşit olmasının mümkün hale getirilmesini savunmuşlardır. Yoksul kitlenin iyi belirlenmesi ve yeterli araştırmaların yapılması ile gündemde kayda değer yer almasını sağlamak yoksullukla mücadele için bir başka önemli unsurdur. Yoksullukla mücadele programları kapsamında geliştirilen ve hayata geçirilmeye çalışılan küresel ve yerel projelerde dolaysız yaklaşım bağlamında ele alınabilir. Uluslararası düzlemde yoksullukla mücadele eden sivil toplum kuruluşları neo-liberal politikanın açtığı yaralara yine neo-liberal bir perspektifle merhem olmaya çalışmaktadır. Ancak dış yardımların etkisinin ve faydasının belirlenmesi en azından kısa vadede zordur. Tüm bu yaklaşımların hiçbiri tek başına etkili olamamaktadır. Yoksulluğun çözümü için daha kapsamlı ve çeşitli bir politika gütmek gerekir. Bu politikaların uluslar ve uluslararası bağlamda son derece şeffaf bir şekilde açık-gedik bırakmadan hazırlanması ve her türlü sebebin hesaba katılması gerekmektedir.


Türkiye bağlamında meseleyi ele alacak olursak, kanaatimce yoksulluğun çok daha fazla gündem edilmesi en temel etmendir. Henüz toplumsal dayanışma bağlarının çok da ‘’bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ kıvamında olmadığı ülkemizde yoksulluk gibi konularının gündem edilmesi çözümler için çabaları da beraberinde getirebilir. Halklar, yeterli bilince ulaştığı zaman canları pahasına devletleri aşan güçler haline gelebilirler. Türkiye’de de durum belirgin şekilde böyledir. Belki Türk halkı dramatik bir toplumsal hafızaya sahip olduğundan dolayıdır ki toplumsal hadiseleri sadece katı rasyonel bir bakış açısıyla inceleyip ‘’olacağı buydu’’ diyerek noktayı koymaz ve çözüm yolları için her türlü yola başvurmaya çalışır. Bu toplumsal bilinçlenmenin mümkün hale gelmesi için yoksulluk meselesinin sürekli gündem halinde olması gerekmektedir. Bunun da siyasetten bağımsız yapılması genel kamuoyuna erişimi çeşitli hale getirmek için önemlidir. Toplum, yoksulluk hallerine ve hikayelerine devamlı olarak maruz bırakılmalıdır. Bunun da istatistikler ve kalabalık kitleler ile değil kişiler ve küçük gruplarla yapılması, o kişi ve gruplara empatiyi kolaylaştıracak ve meselenin zihinlerde daha somut bir tablosunu oluşturacaktır. Bu propaganda ve bilinçlendirme çabası politik müdahalelerle karşılaşsa da bir süre sonra devlet tarafından da (propagandaların sesini kısmak için olsa bile) yardımların somut bir şekilde artmasıyla karşılık bulabilir. Tüm bunlar planlandığı gibi gitmese dahi yoksullukla mücadele için ekonomik, politik ve sosyo-kültürel yaklaşımlardan önce bu yaklaşımların oluşması ve gündem ardı edilemeyecek bir gür sese sahip olması için öncelikle yoksulluk probleminin ısrarla gündemin ilk sıralarına taşınması en önemli stratejidir.

  • X
  • Instagram
bottom of page