top of page
  • Yazarın fotoÄŸrafıEnes

Türkiye'de Din ve Bilim İlişkisi

Güncelleme tarihi: 21 Kas 2023


1. GÄ°RÄ°Åž

Din ve bilim arasındaki ilişki tarihsel olarak köklü bir geçmişe ve kavramsal olarak tartışmalı bir yapıya sahip olmuştur. Antik çağlardan itibaren bu iki kavram arasında aşinalık vardı. Güney Amerika’daki uygarlıklarda, Yunan’da, Mısır’da, Sümer’de, Çin’de, Hindistan’da ve diğer birçok yerde dinin ve bilimin birbiriyle uyumlu bir ilişki sergilediği ve hatta bilimsel çalışmaların motivasyonunun dine dayandığı görülebiliyor. Batı düşünce tarihi özelinde meseleye bakarsak dahi bilimin profan kimliğinin çok yakın bir tarihte ortaya çıktığı görülebilir. Bu kimliğin de tam olarak tanımlanmış olduğu söylenemez.



Modern bilim, 17. yüzyıl itibariyle doğa felsefesi bağlamında ortaya çıkmıştır. Ancak zamanla bilimsel olanın ne olduğu ve hangi yöntemlerin bilimsel olduğu tartışılarak günümüze kadar gelinmiştir (Giddens ve Sutton, 2018: 82). Bugün dahi bilim denilince zihinlerde beyaz önlüklerin, deney tüplerinin ve merceklerin belirmesindeki temel sebep bilimin; fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi doğa bilimleri bağlamında düşünülmesidir. Bilim ve din arasındaki ayrım Aydınlanma düşüncesi kapsamında ortaya çıkmıştır. Aydınlanma düşüncesinin rasyonalist, optimist ilerlemeci ve hümanist tavrı dini olanın yerine bilimi; din adamının yerine filozofun konulmasına ortam hazırlamıştır (Bottomore ve Nisbet, 2006: 26-27). Din adamının yerine filozofun konulması da bilimin hemen seküler bir niteliğe bürünmesine sebep olmamıştır. Çünkü her ne kadar Bilim Devrimi seküler bir karakter taşısa da onun devrimcilerinin önemli bir kısmının, tıpkı tarihte olduğu gibi, bilimsel çalışmalarındaki motivasyonu dinden veya dinsel olandan almış olmaları gözden kaçan bir durum olmuştur (Tarnas, 2014: 115). Aydınlanma düşünürlerinin dini yönlerinin olması birçoğu için seküler paradigmanın benimsenmesine engel olmamıştır. Vico, tarihin ve toplumun Tanrı’dan bağımsızlaştırılarak ve hümanist bir nazarla insanın merkez alınmasıyla incelenmesi gerektiğini savunmuştur (Bottomore ve Nisbet, 2006: 56). Bu ilerlemeci düşünce yapısı din ve bilim arasındaki bağların kopmasını hızlandırmıştır. Tanrı’nın ve dinin fail konumundan indirilerek yetkin konuma aklın ve deneyin konulması ilerleme fikrinin temellerinden biridir. İlerleme düşüncesiyle ortaya bugün de tartışılan bir dikotomi çıkmıştır; Gelenek ve modern (Bottomore ve Nisbet, 2006: 85). Bu bağlamda din geleneksel olana, bilim ise modern olana konumlandırılmıştır.


2. Türkiye Özelinde Din ve Bilim İlişkisi

Bugün de diriliğini koruyan bir tartışma konusu olarak din ve bilim ilişkisi Türkiye toplumunda farklı şekillerde kendini gösterir. Din ve bilim ilişkisine dair tutumları üç ana başlık altında inceleyebiliriz: Dinin bilimle çatıştığını düşünenler, dinin bilimle çatışmadığını düşünenler ve son olarak din ile bilimin farklı alanlar olduğunu ve bu nedenle çatışma veya uzlaşma düşüncelerinin anlamsız olduğunu düşünenler.



2.1. Din ve bilim uzlaÅŸmaz

Bu düşünceye sahip olanların birçoğu, yazının giriş kısmında bahsi geçen, batı düşüncesi serüvenini benimseyenlerdir. Türkiye’deki seküler düşünceye sahip kesimde ve akademisyenlerde bu duruş görülebilir. Bu düşünceye sahip olanlara göre kilise ve dolayısıyla din, bilimi uzun bir süre hakimiyeti altında tutarak susturmuştur. Galileo’nun yargılanması ve Bruno’nun yakılması gibi durumlar da bu düşünürlerin bilim şehitleri olarak yorumlanmalarına vesile olmuş ve bilimin dine karşı konumlandırılması mantıklı görülmüştür. Aslında bu karşı konumlandırma Batı düşüncesinin dikotomik kavramsallaştırmalarının bir ürünüdür (Küçükalp ve Cevizci, 2018: 156). Avrupa düşüncesinin kendi meşruiyetini rasyonelleştirmesi için bir öteki ideali olarak şark fikrini ortaya atmasına benzer olarak günümüz bilimcileri bir öteki ideali olarak dini ortaya atar. Kilisenin yaptığı Katoliği ve Protestanıyla bütün Hristiyanlığa ve hatta diğer dinlere lanse edilmiştir. Din ve geçmiş irrasyonel olursa onun zıttı olarak ortaya çıkan bilim ve gelecek rasyonel olacaktır. Dinin ‘’karanlık çağları’’na tekrar dönmemek için bilime sarılmalıdır insanlar. Bu şekilde modernite, eskiyi unuttururken yeniyi hatırlatır (Karaarslan, 2019: 82). Türkiye’de din ve bilimin uzlaşamayacağını savunanların bu tarz batı merkezli olumsuzlamaları, bizzat yaşanmamış hatıraların zorlayarak yaşanmış gibi davranılması refleksinin bir sonucudur: ‘’Batılı olan ne varsa -felsefe, siyaset, kültür vs.- daha en başında zımnen, özü itibarıyla mutlak, evrensel ölçekte geçerli ve vazgeçilmez olarak tanımlanmadığı için Batılı olana yönelmek kaçınılmazdır’’(Koytak, 2013: 71). Hal böyle olunca Batı düşüncesinin bir ürünü olan modern bilimin eleştirisini yapmak son derece zorlaşmıştır. Çünkü Türkiye’de Batı düşüncesi paradigmasını bütünüyle kabul etmeye çalışanlar dahi onun eleştirel yönüne pek dikkat etmezler denilebilir. Halbuki Türkiye’de 21. yüzyılda bile tam olarak yeşermemiş bu refleks Batı’da 20. yüzyılın ortalarında meyve vermeye başlamıştı. Frankfurt Okulu temsilcileri pozitivizmin hakikati tekeline alan yapısını, bilimi doğa bilimleriyle sınırlandıran tutumunu ve her türlü eleştiriyi savuran üstü kapalı söylemlerini eleştirmişti (Slattery, 2017: 205-206). Türkiye’de eleştirel tepkilere genel itibariyle ne kadar az rastlanılıyorsa modern bilim özelinde çok daha az rastlanılıyor denilebilir. Halbuki şüphe ve eleştiri, modern bilimin benimsediğini iddia ettiği yanlışlamacı ve ilerlemeci kimliğinin bir gereğidir ve modern bilimi muteber görüp eleştirmemek birçok tezatı beraberinde getirir. Bu bağlamda dinin, küçüklükten itibaren öğretilen edilgen bir konu olduğuna dair eleştiriler getirilirken fen bilimlerinin benzer bir niteliğe sahip olduğu fark edilmez. Hatta pratikte bilimin dinden daha sorgulanamaz bir yapıya sahip olduğu söylenebilir.


2.2. Din ve bilim uzlaÅŸabilir

Dinin bilimle çatışmadığı bilakis tarihi olarak birçok zaman ve uygarlıkta bilimin dinden motivasyonunu aldığına giriş kısmında değinilmişti. Birinci bölümde değinilmeye çalışıldığı gibi kilisenin ve dolayısıyla Hristiyanlığın tarihi tecrübesi İslam Medeniyetine uyarlanmaya çalışılmıştır. Bu düşünceye göre yalnızca Avrupa değil tüm dünya karanlık çağları birlikte yaşamıştı. İslam Medeniyetinin ilmi çalışmalarının tümü Antikite’den Rönesans’a bir köprü olarak yorumlanmaya çalışılmıştır (Nasr, 2006: 9). İslam Medeniyetinin tüm birikimlerini, yalnızca Batı tarihinin bir aracı haline getiren bu düşüncenin Türkiye’de kimilerince kabul görmesi hayret vericidir. Halbuki Lessing, Voltaire, Rousseau ve Leibniz gibi bazı Aydınlanma düşünürleri dahi İslam’ın hurafelerden arınmış bir sadelik taşıdığını savunarak kiliseden ayırmıştı (Kalın, 2017: 259). Dolayısıyla din ve bilim arasındaki ilişkiyi incelerken hangi dinin hangi bilimle ilişkisinin incelendiği de önemlidir. Türkiye özelinde meseleye bakarsak, din denilince İslam ve bilim denilince doğa bilimleri zihinlerde canlanır.

Din ve bilimin çatışmadığını ve hatta aralarında bir takım aşinalığın olabileceğini savunanlar iki kısma ayrılabilir: Dine öncelik verenler ve bilime öncelik verenler.


2.2.1. Dine öncelik verenler

Bu görüşü benimseyenlere göre modern bilim ve din çoğunlukla çatışmaz. 16. ve 17. yüzyıldan itibaren İslam coğrafyasında ve hususen Türkiye’de çağa ayak uydurmakta sıkıntılar yaşandığı bilinen bir gerçektir. Buna rağmen bilim ve din, tarihi süreçte uyum içerisinde çatışma olmadan faaliyet göstermiştir. İslami bilimsel çalışmalar motivasyonunu Kur’an’da geçen ayetler ile hikmete, hakikate ve ilme değinen hadîs-i şeriflerden almıştır. Esas alınan ayetlerin birçoğu kainattaki ayetleri okumayı ve düşünmeyi teşvik eden ayetlerdir. Türkiye’de bugün de dini inanca sahip bilim insanlarının ve felsefecilerin bu ayetleri iktibas ettiği görülebilir. İslam Medeniyetinde tıp, anatomi, astronomi, kimya, fizik, matematik, coğrafya, haritacılık gibi alanlarda çok yetkin çalışmalar yapılmıştır. Yapılan bu çalışmaların dinden bağımsız düşünülemeyecek olması İslam dininin ve bilimin çatışmadığını gösterir (İ. R. El-Farukî ve L. L. El-Farukî, 2014: 372-382). Günümüz Türkiye’sinde dinin ve bilimin çatışmadığını düşünenler arasında dine öncelik verenlerin, dini bilgiyle bilimsel bulguların uyuşmadığı noktalarda dini olanın öncelenmesinden yana olduğu görülebilir. Örneğin; evrim konusunda genel tavır evrimin reddi ve yaratılışın savunulmasıdır.


2.2.2. Bilime öncelik verenler

Türkiye’de din ve bilim konusundaki argümanlarda dini bilgileri bilimsel bulgularla uzlaştırmaya çalışan bireylerin bilimsel bulguları önceledikleri görülebilir. Buna göre bilim dine değil din bilime dayanarak epistemolojik meşruiyetini izah etmelidir. Bu düşüncenin ortaya çıkmasında iki etken olabilir: dini bilginin, güncel bilimsel bulguların süzgecinden çekilerek revize edilme çabası veyahut hakim bilimsel paradigmanın haricinde bir bilim anlayışının sunulamaması. Avrupamerkezci düşünce dinamiklerinin bir getirisi olarak bilime Batı paradigması bağlamında bakmak ve bu paradigmayı evrensel olağan standartlar olarak görmek alternatifi olmayan bir tek bilim modelini meydana getirir (Koytak, 2013: 75). Dinin ve bilimin çatışmadığını ancak bilimin öncelenmesi gerektiğini düşünenler, olası bir çatışma durumunda geleneksel dini bilginin reddini veya güncel bulgulara uyarlanmasını savunabilir. Yine evrim özelinde bakılacak olursa, bilime öncelik verenlerin evrim ile yaratılışı sentezlemeye çalışması örnek olarak verilebilir.


2.3. Din ve bilimi farklı alanlar olarak görenler

Din ve bilimin çatıştığını ve çatışmadığını düşünenlerin yanında böyle bir ilişkinin olamayacağını çünkü ikisinin farklı alanlar olduğunu düşünenler vardır. Din, bireyin ontolojik ve epistemolojik arayışlarına dünyevi ve uhrevi cevaplar sunan ve dolayısıyla meselenin fizikötesi boyutuyla da ilgilenen bir alandır. Bilimin ise fizikötesiyle ilgilenmek gibi bir durumu olmadığı gibi bireye varoluşsal cevaplar vermek gibi bir gayeyi de kendisinde barındırmaz. Bütün bunlara rağmen din ve bilimi farklı alanlar olarak görenler, bu iki kavram arasında çatışmanın olup olmadığına dair farklı kanaatlere sahiptirler.


3. Din ve Bilim Bağlamında Sosyal Gerçekliğin İnşası

Sosyal gerçeklik; kurumların, kültürün, geleneğin, dinin, ekonominin ve diğer birçok etmenin bir araya gelmesi ve anlamsal bir bağ kurması ile oluşan bir şeydir. Birey ve toplum, zamana ve duruma göre farklı etki derecesine sahip olsa da, karşılıklı olarak sosyal gerçekliğin oluşmasında etkilidir. Ayrıca iç dinamiklerin etkisinin yanında dışarıdan gelen etkiler de sosyal gerçekliğin şekillenmesinde etkilidir. Sosyal gerçekliğin incelenmesi, farklı boyutlardan (makro ve mikro) ele alınarak ve farklı perspektiflerden (işlevselcilik, fenomenoloji, çatışma vs.) yararlanılarak bütüncül bir çalışma yapılmasıyla mümkün olabilir. Sosyal gerçekliğin oluşmasını yalnızca makro bakışla incelemek toplumun failliğine çok merkezi bir yer vererek bireyi edilgen bir aktöre çevirmeye sebep olur. Aksine yalnızca mikro bakışla incelemek de bireye çok merkezi yer vererek toplumsal dinamiklerin ve yapıların göz ardı edilmesine sebep olacaktır. Giddens, yapı-fail ikiliği kuramıyla hem yapının hem bireyin sosyal gerçekliğin oluşmasında etkin failler olduğunu öne sürmüştür (Giddens ve Sutton, 2018: 52-57). Böylelikle hem toplumu oluşturan bireylerin hem de bireylerin oluşturduğu toplumsal kuruluşların toplumsal gerçekliğin tesis edilmesindeki etkin rolü kavranabilir.

Türkiye’deki din ve bilim ilişkisi tartışmaları özelinde sosyal gerçekliğin nasıl oluştuğuna bakılacak olursa hem bireyin hem yapının etkin olduğu görülebilir. Yukarıda izah edilmeye çalışıldığı gibi din ve bilim ilişkisine yönelik temel olarak üç farklı bakış açısıyla karşılaşabiliriz. Bu bakış açılarının her birinin oluşmasında inanç, siyaset, ideoloji gibi etkenlerin devreye girmiş olması oldukça muhtemeldir. Bu etkenler bireyler üzerinden toplumsal hayata geçebilirler. Bu bireylerin zaruriyetle dinle veya bilimle alakadar olmasına da gerek yoktur. Bir akademisyen, edebiyatçı, politikacı veya sıradan bir kanaat önderi din ve bilim konusunda varsayımlar öne sürerek etkili olabilir. Bu konuda belki de sosyolojik olarak önemli bir husus olarak mizah ele alınabilir. Günümüzde sosyal medyanın etkisinin artmasıyla artık bireylerin seslerini duyurabilmeleri oldukça kolaylaşmıştır. Mizah, istihza, kinaye veya pasif agresif bir üslupla yazılmış yazılar sosyal medyada çokça yer edinir. Bu durumun yaygın olmasının sebebi talebin bu yönde olmasıdır. Enteresan bir şekilde ciddi bir üslupla yazılmış bir yazı, kinayeli bir üslupla yazılmış bir yazı kadar etkili olamıyor. Böylelikle, ne din ne de bilim konusunda yeterli bilgisi olmayan birkaç bin takipçisi olan ve mizahı kullanabilen sıradan birisi kolaylıkla kanaat önderi olabiliyor. Hal böyle olunca yukarıda izah edilmeye çalışılan din ve bilim ilişkisinin toplumsal algılanışı tamamen akli bir çabanın sonucu olmamış oluyor denilebilir. Böylelikle yalnızca konu hakkında ihtisas sahibi olanlar değil, faal olabilen sıradan bireyler de toplumsal/kurumsal algının şekillenmesinde etkili olabiliyorlar. Bireylerin etkinliğinin yanında toplumsal yapının da etkinliği göz ardı edilmemelidir. Yine din ve bilim özelinde meseleye bakılarak toplumsal yapıların sosyal gerçekliğin oluşmasındaki etkinliği anlaşılabilir. Bir üniversitede, şiir topluluğunda, şirkette, siyasi veya dini bir kuruluşta din ve bilim üzerine ortaya atılabilecek argümanlar olabilir. Çünkü yapı, bireyi yönlendirdiği gibi bireyin etkin olabilmesi için de imkanlar sunabilir. Etki kapasitesine ve niteliğine göre her kuruluşun farklı derecede etkisi olsa da az veya çok etkide bulunabilir. Örneğin; kendi yayın organı olan bir sivil toplum kuruluşunun, din ve bilimin ilişkisine dair yayınladığı bir deneme, bu alanda ihtisas sahibi bir üniversite profesöründen daha çok etkide bulunabilir. Sonuç olarak, sosyal gerçekliğin oluşmasında yapı ve fail zamana, imkana ve zemine göre farklı etkilerde bulunabilir.


4. SONUÇ

Din ve bilim ilişkisi günümüzde çok farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu yorumlanışın altında her ne kadar bireylerin hür iradeleri potansiyel olarak bulunsa da mevcut paradigmanın hakim söyleminin etkisi de göz ardı edilmemelidir. Gücü elinde tutan bilgiyi de elinde tutarak kontekstin şekillenmesinde birinci derecede etkili olur (Slattery, 2017: 477-480). Sosyal gerçekliğin oluşmasında ve özellikle kemikleşmesinde söylemlerin gücü fazladır. Ancak eleştirel bir bakış açısına sahip olunabilirse hakim söylemin farkına varılmasından çok daha fazlası elde edilebilir. Avrupamerkezli düşünce yapısının bir sonucu olan alternatifi olmayan bir bilim modelinin de eleştirisi yapılabilir. Böylelikle hakikatin bir coğrafyanın ve o coğrafyanın biyografisinin ötesinde okunması mümkün olabilir. Her toplumun kendi sembolleri, inanç yapıları, hatıraları vs. vardır. Bunların göz ardı edilmesi ve bir başka toplumun hikayesinin birebir kopyalanmaya çalışılması çözüm olmayacaktır. Benzer şekilde başka toplumların hikayelerinin okunmaması için diretilmesi de toplumun çarklarının paslanmasına ve bireylerin hem toplumuna hem dünyaya yabancılaşmasına sebep olacaktır. Bu nedenle geleneksel olanı romantize eden aşırı muhafazakar tutumların bilime karşı utangaç tavrının da aynı şekilde eleştirisi yapılmalıdır. Ancak bu şekilde toplumsal yapıda bir dinamizm meydana gelebilir.

Sloganların fazla olduğu yeri fikir ve bilinç terk eder. Sosyal olgulara slogansız soru işaretleri konulmadığı sürece Türkiye toplumunun özgün hikayesinin yazılması zordur. Bir hikayenin yazılabilmesi için bir akışa ve oluşa ihtiyaç vardır. Akış da ancak tıkanıklıkların fark edilerek giderilmesi ile mümkündür. Fark, eleştirel bakabilmekle mümkündür. Bu nedenle Türkiye’de din ve bilim gibi hassas konuların ideolojilerden, kişisel tecrübelerden, politik ve popülist söylemlerden olabildiğince bağımsız bir şekilde incelenmesi toplumu şekillendiren kavramların hakikatine layıkıyla varılmasına yardımcı olabilir.

Enes Damlayıcı




KAYNAKÇA

1. Bottomore, T. ve Nisbet R. (2006). Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. İstanbul: Kırmızı Yayınları.

2. El-Farukî, İ. R. ve El-Farukî, L. L. (2014). İslam Kültür Atlası. İstanbul: İnkılab Yayınları.

3. Giddens, A. ve Sutton, P. W. (2018). Sosyolojide Temel Kavramlar. 3. Baskı. Ankara: Phoenix Yayınları.

4. Kalın, İ. (2017). Ben, öteki ve ötesi: İslam-Batı İlişkileri Tarihine Giriş. 10. Baskı. İstanbul: İnsan Yayınları.

5. Karaarslan, F. (2019). Toplumsal hafıza. İstanbul: Ketebe Yayınları.

6. Koytak, E. (2013). Tarih ve bilgi: Sahih failliğin yeniden kazanımı için bir çıkış. İnsan ve Toplum, 69-85.


7. Küçükalp, K. ve Cevizci, A. (2018). Batı Düşüncesi: Felsefi Temeller. 5. Baskı. İstanbul: İSAM Yayınları.


8. Nasr, S. (2006). İslam ve Bilim: İslam Medeniyetinde Pozitif Bilimlerin Tarihi ve Esasları. İstanbul: İnsan Yayınları.

9. Slattery, M. (2017). Sosyolojide temel fikirler. 9. Baskı. Ankara: Sentez Yayıncılık.

10. Tarnas, R. (2014). Batı düşüncesi tarihi 2. 2. Baskı. İstanbul: Külliyat Yayınları.


  • X
  • Instagram
bottom of page